15-16 Haziran Direnişi, işçilerin sendikalarını korumak için direnerek devlete geri adım attırdığı bir direniş olarak tarihe geçmiştir.
15-16 Haziran’a giden yol
Bu topraklarda Osmanlı dönemine kadar dayanan işçi sınıfı mücadelesi, her dönemde türlü baskılara rağmen ilerlemiş ve çok önemli kazanımlar elde edilmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında işçi sınıfının politik, mesleki ve sendikal alanda örgütlenmesi yasaklanmış, bu gibi girişimler bastırılmaya ve yeraltına itilmeye çalışılmıştır. 1947 yılında nihayet sendika kurulmasına izin verilmiş ancak toplu sözleşme ve grev hakkı tanımlanmamıştır. Bu dönemde kurulan sendikalar devlet kontrolündedir ve de patronlarla uyum halinde olup sendika olmaktan çok neredeyse bir devlet organı gibi faaliyet yürütmüştür.
Yıllarca türlü zorluklarla sürdürülen mücadelelerin de birikimiyle 60’lı yıllarda mücadele hayatı giderek daha da canlanmıştır. 1961 anayasası ile nispeten özgürlükçü bir ortam oluşmuş, sendikal ve mesleki alanda örgütlenmenin önü açılmış, işçi sınıfı mücadelesi yeni bir ivme yakalamıştır. Bunun önemli örneklerinden biri olarak 1961 yılına Türkiye İşçi Partisi (TİP) kurulmuştur. 1967 yılında ise işçi sınıfının sendikal alanda attığı önemli adımlardan biri olarak, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kurulmuştur. Yine bu dönemde öğrenci hareketleri de canlanmış ve 68 kuşağı olarak bilinen devrimci bir nesil yetişmiştir. Süreç içerisinde fabrikalar da hareketlenmiş, birçok işyerinde önemli direnişler (fabrika işgalleri, üretimi durdurma, “yasadışı” grevler vs.) yaşanmış özellikle 60’ların sonlarında bu direnişler önemli ölçüde artmış, birçok işçi direnişlerde hayatını kaybetmiştir. Bu dönemde yaşanan gelişmeler 1969 yılında polis boykotuna varacak düzeye kadar ulaşmıştır.
Devletin DİSK’i sindirme planı
Bu yıllarda işçi sınıfı mücadelesindeki bu yükselişin en önemli unsurlarından biri Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu idi. DİSK, işçilerin çıkarlarını koruyor ve mücadeleci bir tutum sergiliyordu. DİSK’in örnek sınıf sendikacılığı tutumunun karşısında, patronun ve devletin safında konum alan Türk-İş ise gün geçtikçe üye kaybediyor, işçiler Türk-İş’ten ayrılarak DİSK’e geçiyordu. Burjuvazinin sömürü ve kontrol aygıtı olan devlet, DİSK’in bu yükselişini önlemek için yasa çıkarmaya koyuldu. Çıkarılacak yasa ile sendika değiştirmek güçleşmekte, sendika değiştirme özgürlüğü, grev ve toplu sözleşme hakları da kısıtlanmaktaydı. Ayrıca sendikaların faaliyet yürütmesi için gerekli örgütlenme barajı da yukarı çekiliyordu. Bu yasa ile yapılmak istenen TÜRK-İş’ten DİSK’e geçişleri önlemek ve DİSK’i fiilen ortadan kaldırmaktan başka bir şey değildi.
DİSK yöneticileri DİSK’e yönelen bu saldırının farkına varmış, buna karşı nasıl bir hamle ile karşılık verileceği birimlerde tartışılarak, direniş örgütlenmeye başlanmıştı. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler, yasanın anayasaya aykırı olduğunu ve yasanın geçmesi halinde genel greve gidileceğini duyurmuştu. 11 Haziran 1970’te 274 sayılı toplu iş sözleşmesi, grev ve lokavt yasaları ile 275 sayılı sendikalar yasasında değişiklikler içeren yasa tasarıları Adalet Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi ve Güven Partisi’nin oyları ile önce meclisten sonra senatodan geçti. Yasanın meclisten geçmesinin ardından Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ında imzalaması ile yasa yürürlüğe girdi. Yasanın geçmesiyle 14 Haziran’da DİSK temsilcileri toplandı ve toplantıda genel greve gitme kararı alındı.
15 Haziran 1970
15 Haziran günü İstanbul ve İzmit’te işçiler sokaklara akın ettiler, meydanlara yürüdüler. Yürüyüşlere Türk-İş ‘e ve bağımsız sendikalara üye olan işçilerden de destek geldi.70 bin işçi sokaklara döküldü. Gebze’den yola çıkan işçiler Kadıköy İskelesi’ne kadar yürüdü. İstanbul’un birçok ilçesinde ”DİSK kapatılamaz” sloganları haykırıldı ve büyük şirketlerin binaları taşlandı. Polis saldırılarına karşı direniş büyütüldü, polisin ve askerin kurduğu barikatlar aşıldı. Gözaltına alınan işçilerden bazıları polislerin ellerinden kurtarıldı.
Direnişin ilk günü akşamı hükümetten 60 günlük sıkıyönetim ilanı geldi. Buna rağmen ilk gün 75 bin işçiyle başlayan direniş ikinci gün 150 bin işçiyle devam etti. Direniş yurdun farklı kentlerine de yayıldı. İstanbul’da yığınsal olarak yürüyüş yapan ve polis barikatlarını aşan işçilerin toplanmasına engel olmak isteyen devlet, vapur seferlerini iptal etti ve Haliç’te bulunan iki köprüyü iki koldan yukarıya kaldırıp açarak ulaşımı kesti. (Köprünün kolları 43 yıl sonra 1 Mayıs 2013’te yine işçilerin buluşmasını engellemek için açılmış ve ulaşım kesilmişti).
16 Haziran: Direnişin ikinci günü
Direnişin ikinci gününde işçilerin katılımı devasa bir sayıya ulaştı. Devletin saldırılarına rağmen 150 bin işçi sokaklardaydı. İkinci gün polisin müdahalesi de oldukça sertti. Özellikle Kadıköy’de polisle işçiler arasında şiddetli çatışmalar yaşandı. İki gün süren direnişte polis kurşunuyla 5 kişi yaşamını yitirdi ve 200 kişi yaralandı. Bu direniş sırasında gözaltına alınan 5 bine yakın işçi işlerinden atıldı ve işveren sendikaları tarafından kara listeye alınarak iş bulmaları engellendi. Gözaltına alınan bu işçiler direnişin önder işçileriydi, uzun süre işsiz kalarak daha sonra kardeşlerinin veya yakın arkadaşlarının kimlikleriyle işe girebildiler.
Parlamentoda yasaya karşı duran Türkiye İşçi Partisi, DİSK’i güçsüzleştirmeye yönelik çıkan yasanın anayasaya aykırı olması gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ ne başvurmuştu. Yaşanan olayların ardından yasayı çıkaran partilerden Cumhuriyet Halk Partisi de Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Söz konusu yasa 8-9 Şubat 1972 tarihinde yürürlükten kaldırıldı.
15-16 Haziran’ı doğru okumak
15-16 Haziran direnişiyle işçi sınıfı militan bir mücadele ile kendisine dayatılanın dışına çıkabileceğini pratikte göstermiş, daha da önemlisi o dönem Türkiye’deki işçi sınıfının devrime fiili olarak önderlik edip edemeyeceği üzerine olan tartışmalara en güzel cevabı vermiştir. Ancak, 15-16 Haziran’ı doğru okuyamamanın bir ürünü olarak, işçi sınıfının devrimci konumunu teorik önderlikle sınırlayıp fiili gücünü küçümseme yanılgısı, maalesef ilerleyen süreçte de bazı akımlar içinde devam etmiştir. 60 darbesinden sonra farklı düşüncelere kapılıp, orduyu devrime yol açacak öncü güç olarak tayin eden görüşler ise 15-16 Haziran Direnişi ile önemli ölçüde, 1971 muhtırasından sonra tamamen iflas edecektir.
Kıdem tazminatının gasp edilmek istendiği, işçi haklarının tırpanlanmaya çalışıldığı bugünlerde 15-16 Haziran hâlâ yolumuzu aydınlatıyor.