1970 yılında iş ve sendikalar yasasında yapılan değişikliklerle işçilerin örgütlenme mücadelelerine büyük bir engel koydular. Bu değişikliklerle işçilerin özgür iradeleriyle sendika seçmeleri veya bağlı bulundukları sendikayı değiştirme hakları büyük ölçüde engelleniyordu. Ayrıca bu değişiklikler bir sendikanın Türkiye genelinde faaliyet gösterebilmesi için tüm sigortalı çalışanların üçte biri kadar üyeye sahip olması zorunluluğunu getiriyordu. Böylece dönemin etkili gücü DİSK’in ve dolayısıyla işçi sınıfının örgütlü mücadelesinin engellenmesi amaçlanıyordu.
Dönemin DİSK genel başkanı Kemal Türkler tasarının anti-demokratik olduğunu ve yasa haline geldiğinde işçilerin bu uygulamaya engel olmak için fiili eylemlerini başlatacaklarını bildirdi. 11 Haziran’da tasarının Anayasa’ya aykırı olmasına rağmen yasa haline gelmesiyle işçi sınıfına fiili eylemliklerini göstermekten başka bir şans bırakmadılar.
İstanbul, Gebze ve Kocaeli başta olmak üzere Ankara ve İzmir işçilerinin de eylemleriyle işçi sınıfı örgütlü gücünün sesini duyurmayı bildi. İstanbul’da hem Anadolu hem de Avrupa yakasındaki işçiler her fabrikada gücüne güç katarak şehrin dört bir kolundan yürüyüşe geçti. Sesini duyurmaya çalışan işçilere ateş açan polisler dört işçinin canını aldı; ama sınıfın örgütlü sesini duyurmasına engel olamadı. 15 Haziran’da 70 bin, 16 Haziran’da ise 150 binden fazla işçinin katılımıyla gerçekleşen 15–16 Haziran işçi direnişleri, hükümeti yasayı geri çekmeye zorladı.
15–16 Haziran’da yaşananlar gücünü dosta düşmana kanıtlayan işçi sınıfının o yıllarda yükselen örgütlülüğünün bir belirtisiydi. Şehirlerin dört bir tarafından greve akan işçiler hayatı durdurarak, sınıfın emekleme aşamasında olduğunu bu nedenle öncü güç görevini işçilerde görmeyen MDD akımına somut bir cevap vermiş oldu. İşçi sınıfının sermayedarlara verdiği bu cevap emek cephesinde bir uyanışa neden oldu, gençlikte hareketlenmelere neden oldu.
DİSK’in örgütlü bir şekilde 15–16 Haziran’dan önce yasaya tavır takınması ve yasanın çıkmasından sonra da grevlerin düzenlenmesinde aktif görev alması ise 15–16 Haziran direnişlerinin kendiliğinden bir hareket olmadığının bir kanıtıdır.
Kriz koşullarının yaşandığı, faturasının biz emekçilere kesilmeye çalışıldığı şu günlerde 15–16 Haziran’larda örgütlülüğün neler yapabileceğini tekrar hatırlamamız gerekiyor. Bizler örgütlü bir sınıfın sesini yükselttiğinde egemenlerin ne kadar aciz kaldığını biliyoruz çünkü.
*Bu yazı İlerici Gençlik Dergisi 19. sayısında yayınlanmıştır.